17 Mayıs 2009 Pazar

Çanakkale şehitleri konuşması



Değerli Beyefendiler!
Değerli Hanımefendiler!
Değerli Öğrenciler!

Çanakkale zaferinin 90. yıldönümünü anmak için burada toplanmış bulunuyoruz.Çanakkale anmaları bizim için çok anlamlı olmuştur.
Bizim millet olarak unutkanlıklarımız vardır.
Biz çok hesaptan anlamayız.
Acı nedir, ölüm nedir, ölen insan sayısı nedir, bunları çok iyi değerlendirme bilmeyiz.
Maalesef ebediyete intikal eden bu insanları anmakta da çok kusur ederiz.
Her zaman ettiğimiz gibi.



İngilizler açısından bu çok önemli bir savaş. İngiliz imparatorluğunun bitişidir, hükümetlerinin yıkılışıdır.
Bu savaş Rus imparatorluğunun bitişidir, yıkılışıdır.
Böyle bir savaş cihan yüzünde olmamıştır.
Tamamen insan aklının havsalasının alamayacağı bir savaş. Topa, gülleye göğsünü siper etmiş insanlar ve süngü savaşı yapmış arkadaşlar.
Böyle bir şey yok tarihte.


Bizde kayıtlı ölen sayısı 250 000. Diyorlar ki kayıtsız giden bir o kadar. Yarım milyon insan ölmüş. Çanakkale deyip geçmeyin.


Sizin Türk tarihinde yapılmış bütün savaşları toplayın Anadolu’da Hititlilerin, Asurluların yaptığı bütün savaşları toplayın ve burada verdiğiniz bütün zayiatları toplayın hepsi yarım Çanakkale etmiyor.
Bir senede verdiğimiz insan sayısının farkında mısınız?

Değerli Öğrenciler, Değerli Arkadaşlar!
Çanakkale biraz hesaptan anlamaya bağlı.
Yarım milyon insan senden gitmiş, 250.000 de İngilizlerden gitmiş.
Önce gizlemişler bunu İngilizler kamuoyuna duyurmamışlar.
Bir gazeteci bunu kamuoyuna duyurunca İngiliz hükümeti yıkılmış ve bu yıkılış İngilizleri cihan aleminde bitirmiştir.
Bundan sonra hiçbir yerde İngilizler dikiş tutturamamışlardır.


Biz rakamları esasen küçültmeye falan çalışıyoruz. Şimdilerde bazıları diyor ki 250.000 değil de 120.000 idi falan.
Düşünebiliyor musunuz?

Trabzon Lisesi mezun vermemiş, mülkiye mezun vermemiş.
Dört sene Tıbbiye mezun vermemiş, verememiş.
Ve bir memlekette 16 yaşından 60 yaşına kadar erkek nüfus kalmadığını düşünebiliyor musunuz?
Bu nu aklınız alabiliyor mu?

Ben şahsen çok üzülüyorum. 35 yaşıma gelinceye kadar Çanakkale’ye gitmemişim, götürülmemişim. Olacak iş mi? Yarım milyon adamın, insanın gitmiş.

Hocalarımız bizi turistik gezi diye Antalya’ya İzmir’e götürmüş. Ama Çanakkale’ye götürmemişler. Oralar daha mı önemli? 35 yaşıma gelinceye kadar yirmi yıllık eğitim hayatımda birisi bize Çanakkale’yi adam gibi anlatmadı.
Yarım milyon insan öldü. Belki bir milyon insanın öldüğü bir toprak parçası küçücük bir yer. Yani aklınız hayaliniz alabiliyor mu? Beşikdüzü kadar bir yerde hatta Beşikdüzü’nden daha küçük bir yerde ölen insan sayısı bir milyon ve bir sene sürmüyor.

Biz sayıyı bilmiyoruz, anmayı da bilmiyoruz, şehitlerimize de mezar yapmayı da bilmiyoruz. Ta 1975’lerden sonra falan anıt mezar yapıyorsunuz. Anzaklar yapıyor, bizde yapalım diyorlar. Biz daha şehitlerimizin adını koyalım.

Daha adlarını bile tespit edememişler. Şu gaflete bakın düşünebiliyor musunuz? Adlarını anmıyoruz bile. Bilemiyoruz ki adlarını. Asli unsur Türklerin yanında ölen bir sürü Ermeni var. Ölen bir sürü Rum var. Ölen bir sürü Arnavut var. Bir sürü yahu cihan İmparatorluğunun her tarafından insanlar gelmiş, orada canlarını dişine takmış .
İngiliz 250.000 ölü verdiyse, sana top atarak verdiyse bunu eee senin oradaki şehit sayın 250 000 demen çok abestir. Süngü muharebesi yapmışsın. Karşındaki adam top atıyor sana.

Bu bizde rakamları küçültme adeti vardır. Çünkü akıl almıyor böyle yarım milyon insan gider mi? İşte nitekim görüyorsunuz Göçlük Adapazarı depreminde sadece Birleşmiş Milletlerden 70 000 ceset torbası istendi. Ve bizde ne kadar olduğunu Allah bilir. Orada ölen sayısı 20 000 gözüküyor. 30 000 tane bina yıkılmış yahu. Yahu sayıyı küçültmenin anlamı yok ki. Ha niye sayı küçültülür biliyor musunuz arkadaşlar. Dünya felaketler tarihinde Türkiye öne çıkmasın. Çünkü depremde ölen insan sayısı artınca Türkiye güvensiz ülke oluyor. Diyemiyorsunuz 200 000 insan ölmüş.

Değerli arkadaşlar
Ben Çanakkale’ye otuz beş yaşında gittiğimde ...yani bunun şeyle ilgisi var. Sayıları anlamak ve insana değer vermekle alakası var.
Size şimdi yabancılardan bir örnek vereceğim.
İngiltere’ye gitmiştik. İngilizlerin bunu nasıl andığını görünce ben kendimizden utandım doğrusu.
O duygu yoğunluğunda anmayı doğrusu ülkemde görmek isterdim.
O İngiliz gazetelerinin verdikleri ekleri bir görseniz arkadaşlar sekiz sayfa, on sayfa, on iki sayfa.
Siz yeni çıkarttığınız gazete sayfası kadar Çanakkale savaşıyla alakalı “Galliboli War” diyerek adamlar ek veriyor.
Aklınız alabiliyor mu?

Şimdi bakın mesela bu günkü gazetelere.
Bakın acaba kaç sayfa yer vermişler.
Köşede küçük bir yer: “Çanakkale anıldı”.
Bir milyon insanın çok kısa bir zamanda bir sene bile sürmeyen bir savaşta öldüğü yer.
“Çanakkale şehitleri anıldı”.
Ne kadar ufak bir köşe.
Adamlara bakın sayfalarca ek veriyorlar.
Şuursuzluğa bakın, şu insana ölene değer vermemeye bakın.

Çanakkale’de arkadaşlar ben şunu hissettim.
Nadir ağladığım yerler vardır hayatımda.
Bunlardan birisi Çanakkale’dir.
Diğeri de Kosova meydan savaşının da olduğu Sultan Murat Hüdavendiğar’ın o mübarek kabrinin başında ve o şehitlikte ağladım. (Ağlama sesleri)
Çanakkale de o mübarek Topraklarda yürüyorsunuz.
“Acaba ayağımı nereye basayım” diyorsunuz.
Yarım milyon insanın kanının aktığı bir yerde “acaba ayağımı nasıl nereye basayım” diyorsunuz.

Aklıma geldi bu arada.
Ben bu mekanı miraç mekanı kadar kutsal görüyorum(Burada sehven söylendi, doğrusu duygu olarak miraç mekanına benziyordu demek lazım).
Çanakkale…
Miraca çıkınca Peygamber Efendimiz diyor ki” Ayağımı nereye basacağımı şaşırdım” diyor.
Dediler ki “ayağını ayağının üzerine bas ."
“ Çanakkale’ye giderseniz, ayağınızı ayağınızın üzerine basın.”

Bizim dedelerin bir Trabzon macerası vardır.

1926 da mübadele olur ve insanlar ağır şartlar altında Rumeli’den Anadolu’ya gelirler.
Bizimkilerde Selanik limanına Serfice Sancağı Kayılar Kazası’nın Erdoğmuş Köyünün ovalarından dağlarından inerler ve gemilerle Trabzon’a gelirler.
Trabzon’da ne yapacağız derler? Derler ki: “fındık toplayacaksınız, satacaksınız.”
Bizimkiler hemen tepki verir: “biz maymun muyuz fındık toplayacağız, biz rençperiz arazi isteriz.” der.
Nenem derdi ki : “bre akılsız adamlar ne güzel o Rum evleri vardı, algunda su kayboluverirdi, ticaret vardı ama bizimkiler küylü kafalıydı” deyerek onları eleştirirdi.
Buradan Erzincan’da merkeze bağlı Molla köye giderler.
Dersim isyanları başlayınca Pülümür üzerinden gelen eşkıya yüzünden köyü terk ederler.
Şimdi köyün hiç yerlisi kalmamıştır.



Size bizim ailenin yaşadığı bir hatırayı, Çanakkale hatırasını da anlatayım:

Büyük dedem İbrahim, Kayı Boyunun Yörük Hanlarından Bayram bin Yusuf "koca bir yaylayı satın alıp" köylüye bağışlayacak kadar diğerğam ve hasbi bir yiğittir.
Aynı büyük dedem(İbrahim) tam İbrahimi bir hava içerisinde çocuklarının tamamını cephelerde şehit verince bazı akrabalarının "son küçük oğlunu bari molla yazalım, askere gitmesin, senin zürriyetini devam ettirecek bir tek bu oğlun kaldı." teklifini getirmeleri karşısında o da tarihe dur deyecek şu cevabı verir:
"Hayır, gitsin erkekler gibi savaşsın! ALLAH ONU KORUR...

VATANIN ASKERE İHTİYACI OLDUĞU BİR ZAMANDA BEN ONU NASIL ASKERE YOLLAMAM" DİYECEK VE HARBE YOLLAYACAK KADARDA OĞULLARINI İBRAHİMİ HAVA İÇERİSİNDE VATANA KURBAN EDECEK KADAR İBRAHİMİİDİR...

HAKİKATEN ALLAH OĞLUNU KORUR.
Asker Bayram, Evet tam on sekiz sene savaşır.
Burnu bile kanamadan askerden gelir, kelimenin tam anlamıyla can pazarından savaş meydanlarından gelir.
Merzifon Kör Köyü’nde yatakta da kendi eceliyle vefat eder ve bir kör meçhul mezara gömerler.
Mezarı bile meçhuldür, köyden bir iki kişi işaretle yaklaşık yer söyler.
Meçhul kahramanlar.
Mezarı bile meçhul.

O meçhul askerin birde evlilik hikayesi vardır ki dillere destandır.
Asker Bayram askere gitmeden nişanlanır. 9 sene harp meydanlarında kahramanca çarpışır.
9 sene sonra gelir, evlenir.
3–5 ay ailesiyle kalır.
Bu arada zevcesi Ayşe hamiledir.
Şimdide İttihat Terakkicilerin yüzünden memleket tehlikeye girmiştir.
Vatanın askere ihtiyacı vardır.
Daha doğacak oğlunu görmeden hatta belki de eşinin hamile olduğunu dahi bilmeden tekrar savaşa gider ve tam 9 sene sonra tekrar yuvasına gelir.
Rahmetlik Mustafa dedem; bana dediler ki "işte baban" .
Ben dedim ki :"o benim babam değil, benim babam dedemdir”, derdi.
Bu gurbet ve hicranlı manzara karşısında oradakiler hıçkırıklar içerisinde ağlar.

Görüyor musunuz şu devlete ve millete bağlılığı?
Görüyor musunuz şu âli cenaplığı ve fedakârlığı.
Evet onlar Kayılar Kazası-Erdoğmuş Karyesinden.
Hakikaten Erdoğmuşlular çok disiplinli ve fedakâr bir yapıya sahiptirler.
Çünkü onlar “Kayı” boyuna mensupturlar.
Verirler, almazlar.

Evet, Çanakkale’de şehit olamayanlarda şanla şerefle yaşadılar.
Kimseye minnet etmeden, yaşadılar.
Bu onlara yakışanıydı.
Biz ise onlara yakışan bir anmayı bile becermedik.
Hatta adlarını bile mezarlarına koyamadık.

Size bir hatırada Pakistan’ın Mehmet Akif’i Muhammed İkbal’in bir Çanakkale anısını anlatmak isteriseniz
Çanakkale savaşı sırasında Hind Müslümanları sizin dedelerinizin kafir çizmesi altında ezilmemeleri para toplarlar.
Bir gün Lahor’da meydanda müthiş şair İkbal Alem-i İslamın son karakolu olan Osmanlıya Türk’e yardım için kürsüye çıkar.
Çok akıcı konuşur konuşmanın bam telinde insanların en coştuğu anda şöyle der: “Ey topluluk! Ben manevi alemde Peygamber Efendimizi gördüm bana dedi ki : ”İkbal bana ne hediye getirdiniz?”
Dedim ki: ”Ya Resulallah! biz asırlar var ki alem-i İslam olarak layıkıyla bir hediye size takdim edemedik. Size âlemi İslamın son karakolu için çarpışan Türk askerinin bir şişe kanını takdim ediyorum.” Deyince insanlar gözyaşlarına gark olur.
Ellerinde ne varsa verirler, kadınlar kollarında bilezik altın namına ne varsa verirler.
Bu “hind yardımı” bizim tarihimizde “rus yardımı” olarak bilinir.
Sizin dedelerinizin düşman çizmesi altında çiğnenmemeleri için her şeylerini verdiler.
Ben o yüzden Pakistanlıları çok severim.


Evet, şu bir gerçek ki biz Çanakkale Şehit ve gazilerini layık-ı veçhiyle anamadık.
Ama onlar bizi hiç yalnız bırakmadılar.
Maneviyatları hep üzerimizde oldu.
Ve onlar hep bizim aramızda oldular.
Ellerini bizim başlarımız üzerine uzattılar ve sizin o kalbi heyecanlarınızı alkışladılar.
İşte Bayram dedemle beraber Çanakkale’nin şühedası aranızdadır, dolaşıyor, sanki.
Size tebessüm ediyorlar.
Alınlarınızdan öpüyorlar.

Bizim inancımızda -şehitleri layıkıyla anamasak da- Kur’an da onlara: “ölüler demeyiniz, bilakis onlar diridir” buyurmuyor mu? Evet, onlar aranızda dolaşıyor, alınlarınızdan öpüyorlar.

Evet, bizim inancımıza göre

“şehitler ölmez…”

Çanakkale'nin 90. Yılını Anma Proğramında Kaymakam Eyüp Sabri KARTAL'ın Konuşmaları ( sanırım mart 2005 tarihinde )


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder