14 Ocak 2009 Çarşamba

"Deli Bu Romalılar"

Ahmet Altan'ın Hürriyet Pazar ekinde yazdığı yazıya çok güldüm ve tamamen katıldım.

Paylaşmak istedim ancak online bir ortamda bulamadım.

Nedense, Hürriyet gazetesi Altan'ın haftalık yazılarından sadece bu yazıyı siteye koymamıştı.

Birisi emek verip bu yazının tamamını yazsa veya taratsa memlekete bayağı hizmeti olur.
Şimdilik Özetlesem güzel olacak sanki.

Şöyle ki;

Altan'ın yazısının başlığı "Deli Bu Romalılar" .

Asteriks'e atıfta bulunuyor.

Galyalı köylülerin,

Romalıların davranışlarına çok şaştıklarını ve sık sık söylediği şu cümleyi aktarıyor bizlere:

" Deli bu Romalılar"

Altan da tıpkı Asteriks gibi büyük Türk uygarlığı karşısında aynen o Galyalı köylünün şaşkınlığını yaşıyor.

- "Deli Bu Türkler",

demeye getiriyor.

Niye her konuda ikiye ayrılıp, dövüştüklerini, niye sürekli olarak 'batmaktan' korktuklarını bir türlü kavrayamıyor.

Bu ülkenin 'çikita muz' hakkında ikiye bölünüp "dışardan muz almak bizi batırır mı batırmaz mı" diye ölesiye kavga ettiğini yakından izlemiş Altan.

Hatta gazetede haber merkezinde ciddi ciddi tartışmışlar.

Bu ciğay muz tehlikesi yıllarında henüz liseyi bitirmişti.

Devam ediyor Altan.

Koskoca bir imparatorluğun mirasçıları 'nın muzdan korkmuş olduğunu hatırlatıyor bize.

Şu bildiğimiz muz.

Ne komik değil mi?:)

Muzdan önce Komünistlerden korkardık, diye devam ediyor.

Komünizmle muz arasında ciddi farklar olduğunu ama bizim tartışma şiddetimiz açısından muzla komünizm arasında hiçbir fark bulunmadığını ekliyor.

Sonra özel televizyonlarla ilgili korkularımız..

Şimdilerde her akşam açıp, diziler, yarışmalar, dedikodular izlenilen televizyonların ilki yayına başladığında Türkiye Cumhuriyeti gene "varlığının" tehlikede olup olmadığını tartışmıştı.

Her seferinde bunları Galyalı bir Türk gibi izlemiş Altan.

Şöyle söylüyor:

- " Niye Türklerin hayatın tadını bir türlü çıkartamadıklarını kavrayamadım, hala da kavrayamam."

"Türklerin korkulu rüyaları, rejimi tehlikeye sokanlar; muzdan, komünizmden, özel televizyonlardan ibaret değil. Telsiz telefonlar, tabak çanaklar, döviz, cep telefonu, "Kürtçe" tartışmaları, rollerini oynamaya çalışan, bir yalandan ibaret sevişgen şeyhler kılığında tetikteki düşmanlar ülkeye sızıyor, Altan'a göre.

Ama sonunda biz eskisinden daha güzel bir hayata kavuşuyoruz.

Şimdi son korkumuz Çankaya'ya çıkacak adamın eşinin saçları.

Eğer oraya çıkacak adamın eşinin saçlarını göremezsek felaket olacak.

Bu sefer de "saçtan" batacağız.bir kavga, bir dövüş.

Biri bizi seyretse de "niye kavga ediyorlar?" diye sorsa, cevaba inanmakta pek zorlanır.

"Saçtan kavga ediyorlar."

Ama geçmişi bilen biriyse şöyle der:

"Daha önce de muzdan kavga etmişlerdi, değil mi?" anladım.

Bir gün de batmadan konuşalım kötü giden işleri nasıl düzelteceğimizi.

Konuşamayız.

Seviyoruz batmayı, kavgayı, korkmayı.

Biz "muz"dan batıyorduk.

"Saç"tan mı batmayacağız.

İnsan gülüyor değil mi, ağlanacak haline gülüyor.

Ülkenin durumunu böyle görmüş Ahmet Altan.

Trajikomik üslubu ile çok da güzel ifade etmiş.

*********

Yersiz tartışmalar, bölünmeler sürüp gidiyor şu günlerde.

1950'den beri demokratikleşme iddiasında olup, bir türlü demokratikleşemeyen, demokratikleştirilmeyen zavallı Türkiyem, yine bir kaotik dönem geçiriyor.

Küçük gördüğümüz Bulgaristan bile işlerini tıkır tıkır yürütürken Türkiye, hala liberal bir demokrasi olma yolunda ter döküyor.

Şimdi de, tekerrür ediyor tarih.

Mız mızlanıyorlar şımarık bir çocuk gibi .

Emziklerini vermemizi bekliyorlar.

Büyüyelim artık.

Batmayacağız. korkmayalım.

Tıpkı rahmetli Barış Manço'nun dediği gibi:

Davullar yine vurulsun

Günes yine iki mizrak boyu Yükselsin gün dogusundan

Bitsin artik bu küskünlük kardeslerim

Yarin tarih önünde hesap verirken

Yavrularimiz bizi

Ankara Milli Eğitim ve Bayındırlık Bakanı ve Vali Bey

Posted by Picasa

12 Ocak 2009 Pazartesi

Haydi Dostlar Dağlara

Posted by Picasa

Eyüp Sabri KARTAL kimdir?

Kısaca şöyle birşeydir: 

Kayı aşiretinin babasıdır. 

Kayılar (İngilizce Kailar yazılır) kazasından olsada kendisi orada doğmamıştır.

Kendisi Yenişehir Kaymakamı olup bir dönem Köprübaşı ilçemizde kaymakam vekilliği görevi yapamıştır.

İnternet hem işi hem eğlencesi hem de olmazsa olmazıdır, 

Her zaman eve iş getirir çünkü işi evindedir, patronu da elemanı da kendisidir, 

Keyfi yerinde olduğu zamanlar "tasnifli sözlük"  yazmayı  sever, 

Çeşitli türden -daha çok yabancı- müzik dinlemeyi sever, 

Kod yazarken metal dinler, arada bir "Türkiye'deki tek gerçek aşık"  diye tanımladığı  ve "Marem Ağam" diye hitap ettiği Muharem Ertaş'ı dinlemeye  bayılır hatta kendi deyişiyle Marem Ağasının   "usandım şu yalan dünyadan"   "Aydooost" diye çığırmasını mubarek gün ve gecelerde  dinlemeyi camide vaaz dinlemeye tercih eder, 

dinlenirken veya durgun anlarında klasik, türkü ve yavaş ritimli pop müzik dinlemeyi sever, 

film sever, her gün en az bir film izlemezse eksiklik hisseder, 

vampirdir, gündüz uyur gece iş yapar, 

genelde güneş doğduktan sonra  yatar, bu yüzden hayatı düzensizdir, 

uykuda horlarken bile  sizi dinleyebilir ve konuştuğunuz konular hakkında şaşırsanızda sorular sorabilir, sorduktan iki saniye sonra uykuda en derin noktaya ulaşabilir , 

uykuyu çok sever ama çoğu zaman uykusuz kalır, 

kitap sever ama okumaz, alıp okuyamadığı kitaplardan sürekli rahatsız olup her seferinde bir daha kitap almıycam der ama dayanamaz gene alır, 

hayvanları özellikle de kedileri sever, 

denizi ve yüzmeyi aşk dercesinde sever, her sabah her öğle ve her akşam denize girmeyi sever, onun adına bu aktiviteleri organize edenleri sever,

Deniz sevgisinden en son 17 Ekimde kankası  Sarıçam Kaymakamı Ali Taşkın Balaban'la   dışarda insanlar paltoyla gezerken o Karadenize girmeyi sever, 

Akdenizde 12 ay denize girmeyi sever. Evet denizi sever, hem de çok sever, bazen çılgınlık yaparak 4,5 saat yüzerek üç ilçe arasında otobüs yerine denizi ve kollarını kullanmayı tercih eder, 

yüzer hem de çok iyi yüzer, ama ayaklarını kullanmayı bilmez, 

dalmayı sever,ama ağırlığın onda biri insanların dalmasına yeterken o ağırlık ona yetmez,

araba kullanmayı sever ve iyi kullanır, oldukça seri ve atak kullanır ama aşırı hız sevmez, 

gece araba kullanma özürlüdür, 

Yürümeyi sever, ama ıslanmayı sevmez, 

alışverişi sever ama tutumludur, ucuzunu bulur alır, 

evcildir, elektrikler ve internet kesik olmadıkça evde asla sıkılmaz, 

tembeldir, bu yüzden planlarını hayata geçirmekte zorlanır, 

çokça plan ve proje yapar, bazı ilginç buluş, fikir ve patent tescilleri vardır, 

Kayak yapmayı sever, her sene Sarıkamışa ve Palandökene kayağa gider, 

karda kaymak için bazen karayolunu da seçecek kadar çılgın bir kayakçıdır, 

hatta bazen hanımı izin vermesse başını derde sokacak ve   4 çocukla hanımını bırakacak ve Çankırı'ya geçici görevle kaymak için gidecek kadar kayağa ilgi duyar, 

ulusal düzeyde ferdi şampiyonalara katılacak kadar badminton sporunu bilir ,sever ve yapar, Türkiyeninilk badminton ligini kaymakam olarak ilk defa Yenişehir ilçesinde kurar, yapar ve yaptırır,
 
Badminton branşında Türkiye şampiyonasına  katılan okullar onun görev yaptığı il ve ilçelerin okul takımlarıdır.
güzel havalarda bisikletini kullanmayı sever,  ailecek bisiklet turları düzenler, daire amirleride ona katılır, 

Aslında gençliğinde Avrupayı bisikletle gezecek kadar çılgın bir bisikletçidir, hatta bir kaç gün göreve geç geldiğinden bunun için ifade bile verir ,
 
Eskrim yapmayı sever ve yapar. Eyüp Sabri Kartal ve Eskirim'in  her ikisinin de kısaltmasının ESK olmasından  keyf alır.
 
Yenişehirde okulların bodrum katlarında eskirim salonları açtırır.
 
Bocceyi sever ve yapar. Yenişehir kaymakamı iken Türkiye'de ilk bocce okul ligini kurmuştur.

ve başka da bir sporla pek ilgilenmez, 

beşiktaş futbol takımını sever ve destekler hatta siyah beyaz karakartal için soyadını Culum'dan KARTAL 'a değiştirir, 

oyuna bakar, skora bakmaz, 

tedavülden kalkmış cep telefonları kullanır, 

bilgisayarı da tedavülden kalkmıştır, ama işini görür, 

minimalisttir, sadeliği sever, bunu hayatına yansıtır, odası sadedir, ama güzeldir,

çok arkadaş yerine az ama öz arkadaşı olmasını yeğler, 

büyük bir yerde küçük bir adam olmak yerine küçük yerde büyük adam olmayı tercih eder, 

düşünmeyi sever, hayal kurmayı sever ama hayalci değildir, 

gerçekçi hedeflerinin çoğunu gerçekleştirmiştir, bu durum bazen ona endişe verir,

pek eğlenceli biri değildir, biraz asosyaldir, 

fazla konuşmaz, ağırbaşlıdır, 

hayatının her döneminde fiziksel olarak yaşından 3-4 yaş küçük göstermiş ancak yaşından 3-4 yaş büyük olmuştur, 

hayata dair problemleri çözmeyi sever, gerçekçidir, 

mantığa ve düşünceye önem verir, mantıksızlık ve düşüncesizlik karşısında delirir,

evlidir ve çocukları çok sever bu yüzden dört çocuk sahibidir, 

gürültücü ve mantıksız olan çocukları pek sevmez, 

narsist görünebilir ama değildir, mütevazidir, 

kendiyle barışıktır, 

sınırlarını ve zaaflarını bilir, 

düzeyli tartışmayı sever, 

ikna edicidir, ikna edilmeyi de sever, 

'insanı üzen şeylerin aslında olaylar değil, o olayların üzüntü verici olduğunu düşünmesidir, dolayısıyla üzülmek ve üzülmemek kendi iradesindedir' gibi görüşleri olan Epiktetos'u sever, (bkz. alttaki yazı) 

Diogeni sever kinisizm felsefesini çok sever az kinisttir, hayat üzerine birçok konuda Epiktetos'la aynı fikirdedir, inançlıdır, dine saygılıdır, liberaldir, demokrattır, sabit fikirli değildir, gelişime ve değişime açıktır, sabit işlerden nefret eder, 

hem siyaset hem edebiyat hem de ekonomi okumuştur, edebiyatı bırakmış, mülki amirliğe geçmiştir, 

klasik üniversite eğitimini sevmez, kendini geliştirip pratik birşeyler yapmayı önemser, 

bir matematikçi gibi değil bir iktisatçı ve bir mühendis gibi düşünür, resme uzaktan bakar, bütünü görür, geniş düşünür, küçük detaylarla uğraşmayı sevmez, 

hedefe giden en kısa yolu arar, detaylı işleri yapmayı sevmez ama planlarında detaycıdır, 

pratik düşünüp hızlı karar verir ama zor beğenen biri olduğu için beğeni ile ilgili konularda zor karar verir, bu yüzden geç evlenmiştir.

formalitelerden nefret eder, 

düzeni sever ama kuralları sevmez, 

adaleti sever ama hukuksal düzenlemeleri sevmez, 

metal sever ama gürültüyü sevmez, 

istanbul'u sever ama şehir hayatını sevmez, 

konuşmayı sevmez ama yazmayı sever, 

yaratandan ötürü yaratılanı sever, 

bu siteyi sever, sitedeki dostlarını sever, 

ve yazıyı buraya kadar okuduysanız size hem teşekkür, hem de hayret eder...
 
...İnsan bir dramdaki aktöre benzer. Dünya ve dünyanın tarihiyle ilgili bu dramda, insan yalnızca bir oyuncudur. Oyuncu oynayacağı rolü seçemez, dekora, oyunun kendisine etkide bulunamaz. Tanrı ya da akıl ilkesidir ki, her insanın bu tarih içinde ne olacağını belirler. Dünya sahnesinde bir tiyatro eserindeki oyuncuya benzeyen insan, hiçbir etkide bulunamayacağı şeyler karşısında kayıtsız kalmak durumundadır. Onun kontrol edebileceği tek bir şey vardır: Kendi tavrı ve tutkuları.

O, bir başkasına daha iyi bir rol verildiği için kıskançlık duymamalı, makyajı yapan burnunu çirkin gösterdiği için, kendisini aşağılanmış hissetmemelidir. Yani, insan kendisine ne verilmişse onunla yetinmeli, erişemeyeceği, sahip olamayacağı şeyler için, açlık, kıskançlık duymamalıdır. Bütün bu duygular onu mutsuz kılar. Öyleyse, yapılması gereken şey, akla uygun olmayan duygular, tutkular karşısında, kişinin güçlü olması, bağımsızlığını kazanmasıdır. Bu bağımsızlığa giden yol ise, bilgelikten geçer. İnsan kendisini bu olumsuz duygulardan kurtarabilirse, yani duygusuzluk haline ulaşabilirse, bilge insana özgü olan huzur ve mutluluğa kavuşabilir. Zira, yalnızca bilge insan rolünün ne olduğunu bilebilir...
Epiktetos